Kayıtlar

MAHŞERİN DÖRT ATLISI..

Resim
                                                        MAHŞERİN DÖRT ATLISI               Kuran’ın tanıttığı dört kişi/kimlik vardır ki, bunlar birbirleriyle iç içe girmiş, birbirinden beslenen, biri diğerinden ayrılmayan, sistemi birlikte oluşturan dört tarihi şahsiyettir. Sistem bir piramit gibi düşünülürse; Karun, Haman ve Bel’am üçlüsü piramidin yüzeylerini, Firavun ise tepe noktasını oluşturuyordu. Sistemin birleşme noktasında bulunan Firavun, Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olarak gücü/otoriteyi temsil ediyordu. Diğer üçlünün varlık sebebi, velinimetleri olan Firavunu/tağutu ayakta tutmaktı.           Kur’an, Hz. Musa kıssasının ana karakterlerinden olan Firavun’u tanıtırken bu üçlüden de bahseder. Bunlar Firavun’un kurduğu sistemin sacayaklarıdır. Ekonomik gücü elinde bulunduran Karun, askeri ve bürokratik gücü temsil eden veziri Haman ve yapılanları “takdis” ederek sisteme meşruiyet kazandıran Belam. Adının şu ya da bu olmasının önemi olmayan bu üçlü, tarihin her döne

Resim
         AKSA TUFANI, TÂLÛT VE CÂLÛT  KISSASI...           Câlût, bugünkü Mısır ile Filistin arasında yaşamakta olan Amâlika adlı bir kavim kralı idi. İsrailoğullarına musallat olmuş, çocuklarını esir almış, onları ağır vergiler altında perişan etmişti. İçine düştükleri bu kötü durumdan kurtulmak için ısrarla peygamberlerinden cihad izni istiyorlardı. Kur’an’da bu olay şöyle anlatılır: “Musa’dan sonra İsrailoğullarının ileri gelenlerini görmedin mi? Peygamberlerine, ‘bize bir hükümdar gönder, Allah yolunda savaşalım’ demişlerdi. ‘Ya size savaş yazılınca savaşmazsanız’ dedi. Dediler ki: ‘Bizler neden Allah yolunda savaşmayalım. Biz yurtlarımızdan ve oğullarımızın arasından çıkarılıp sürüldük’. Fakat kendilerine savaş yazılınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.” (Bakara, 246) “Peygamberleri onlara: “Allah size Tâlût'u komutan olarak tayin etti.” dedi. Onlar: “Biz komutanlığa ondan daha layık olduğumuz ve o fazla bir servete de sahip değilken, bize nasıl

FIRAT’IN SUYU SOĞUK AKAR

Resim
  FIRAT’IN SUYU SOĞUK AKAR                                                                                                                            Öğrencim Alkan'ın anısına          Samet’le Muhammed’in yerlerini ayırmak gerek… Yataktan zar zor kalktım. Gece Urfa’nın sıcağı ile boğuşup yorgun düşmüştüm. Açık pencereden perdeleri havalandırarak esen rüzgâr sanki uyanmamı beklemişti. Selami gözlerini kısarak bakıyor tahtaya, ön sıralardan birine oturtmak gerek… Şimdi dışarıdaki güneşe ne kadar dayanıklı olduğumu göstermeye çalışır gibi aceleyle içiyordum kaynar çayı. Ali’leri de barıştırmak lazım artık… Bir göz kapağının hareketinden daha hızlı geçmişti üç sene. Burnumdaki çiçek ilk günkü tazeliğini koruyordu bu sayede. Gece, sınıfta yaşananları, çocukların davranışlarını düşünerek, gözden kaçırdığım bir şey olmadığından emin olarak dalardım uykuya. Sabah olup da uyandığımda o gün yapmayı planladığım şeyleri gözden geçirirken bulurdum kendimi. Hele o gün 8-B’ye dersim varsa ayrı
Resim
                 O BİR ÖĞRETMEN İDİ…                  Allah¸ insanı halifesi olarak yaratmış ve kendine kulluk yapsın diye yeryüzüne indirmişti. Rahmetinin bir tecellisi olarak onlara doğru yolu göstermesi için, kendi içlerinden peygamberler tayin etmiş, yollarını aydınlatmıştı. Seçilen bu peygamberler, tebliğci olmanın yanı sıra insanlara hayatlarıyla da örnek olan birer modeldi. Görevleri meşakkatliydi. Bu mücadelede karşılarına bazen ana babaları, evlatları ve kardeşleri, bazen yakınları, akrabaları, kavimleri ve yöneticileri çıkmış, akıl almaz işkencelerle karşılaşmışlardı. Ama onlar yılmadan, sabırla ve en güzel şekilde mücadele ederek gelecek nesillere örnek olmuş, ışık tutmuşlardı. Allah elçilerinin öğrettikleri, uyguladıkları ve bunları yaparken takip ettikleri yöntemler, insanlara örnek olmanın da ötesinde sürdürülmesi gereken ilkeler olarak birer mirastır.                 Hz. Muhammed bu altın silsilenin son halkasıdır. O, nübüvvettin öncesinde de sonrasında da toplumunun içi

O BİR ÖĞRETMEN İDİ...

Resim
    O BİR ÖĞRETMEN İDİ…                  Allah¸ insanı halifesi olarak yaratmış ve kendine kulluk yapsın diye yeryüzüne indirmişti. Rahmetinin bir tecellisi olarak onlara doğru yolu göstermesi için, kendi içlerinden peygamberler tayin etmiş, yollarını aydınlatmıştı. Seçilen bu peygamberler, tebliğci olmanın yanı sıra insanlara hayatlarıyla da örnek olan birer modeldi. Görevleri meşakkatliydi. Bu mücadelede karşılarına bazen ana babaları, evlatları ve kardeşleri, bazen yakınları, akrabaları, kavimleri ve yöneticileri çıkmış, akıl almaz işkencelerle karşılaşmışlardı. Ama onlar yılmadan, sabırla ve en güzel şekilde mücadele ederek gelecek nesillere örnek olmuş, ışık tutmuşlardı. Allah elçilerinin öğrettikleri, uyguladıkları ve bunları yaparken takip ettikleri yöntemler, insanlara örnek olmanın da ötesinde sürdürülmesi gereken ilkeler olarak birer mirastır.                 Hz. Muhammed bu altın silsilenin son halkasıdır. O, nübüvvettin öncesinde de sonrasında da toplumunun içinde doğru

RAMAZAN HİSSETMEKTİR...-2-

Resim
  RAMAZAN HİSSETMEKTİR -2-           Ortak hissedişlerin arttığı zaman dilimleridir Ramazan. İnsan, yeniden fark eder hayatın anlamını ve yaratılışının gayesini. İnsan bu süreçte varlıkla kuracağı ilişkinin nasıllığını ve niceliğini fark edebilse, varlığı sahiplenme adına kurduğu köle düzeninin ve talan ettiği dünyanın nasıl bir hak gaspı olduğunun fark edecektir. Bu anlamda Ramazan, eşya ile kurulan ilişkinin ve nimete olan bağlılığın gözden geçirildiği, nimetin sahibine şükrün hatırlandığı, malın paylaşarak çoğaltıldığı ayıdır.            Oruç, ruh ve bedeni terbiye altına alınma sürecidir. En fıtri ve helal ihtiyaçların dahi “O’nun rızasını” kazanma adına erteleme, askıya alma ameliyesidir. Oruç, sunulan dünyevi nimetlerle kendi arasına gönüllü sınırlar koyarak ölmeden önce ölmenin anlamına ermektir. Nefsin hayvani arzularına gem vurarak, insani tarafını çoğaltmaktır.  Ramazan kurumaya yüz tutmuş insani ilişkilere hayat veren nisan yağmurudur..            Oruç, insanı; inişiyle

TARİKAT, “YOLA GELMEK” MİDİR, “YOLUNU BULMAK” MIDIR…?

Resim
                      TARİKAT, “YOLA GELMEK” MİDİR, “YOLUNU BULMAK” MIDIR…?                 Tasavvuf, zühd ve takva hayatı yaşayarak ruhu temizleme, kalbi kötülüklerden arındırıp hakka tahsis etme, Allah’ın bütün emirlerine uyma, yasaklarından kaçınma ve akılda daima Allah’ı canlı tutma gayretinin yolu olarak tanımlanmıştır. Fetihlerin artmasıyla başta Hint düşüncesi olmak üzere farklı düşüncelerle temasa giren Müslümanlar bunlardan etkilenmiştir. Bilhassa artan ekonomik gücün sağladığı lüks yaşam biçimine bir tepki olarak mistik hareketler tasavvuf adıyla halk kitlelerinde geniş yankı bulmuştu. Bu yönüyle bakıldığında tasavvuf, dünyevileşmeye karşı bir dik durmayı temsil eden bireysel duruşlar olduğunu söyleyebiliriz. Halk arasında taban bulan bu hareket başlangıçta bireysel bir hareket iken daha sonra kurumsallaşarak bir sisteme dönüşmeye başladı. Temelde tasavvufla aynı hassasiyetler üzerinden yola çıkan bu hareketler zamanla, merkezde şeyhlerin olduğu tekkelerde bir mektebe dönüş